Hasret Gültekin
1 sayfadaki 1 sayfası
Hasret Gültekin
Hasret Gültekin
Hasret Gültekin 1993'teki Madimak Oteli'nin kundaklanmasinda YOBAZLAR tarafindan genç yasta öldürülen müzisyenimiz.
1 Mayis 1971'de Sivas Imranli'nin Han köyünde dünyaya geldi. Süleyman ve Hacihanim Gültekin'in üçüncü çocugu olan sanatçinin ana dili Kürtçe olmasiyla birlikte Türkçe'yi çok özenli kullanmistir.
Gültekin 6 yasinda iken baglama çalmaya basladi. Girdigi Kadiköy Anadolu Lisesi'ni yarida birakarak müzik hayatina basladi. Ilk resitalini Kadiköy Moda Sinemasi'nda verdi ve ilk albümü "Gün Olaydi"yi 16 yasinda çikardi. 1989 yilinda çikardigi "Gece ile Gündüz Arasinda" adli albümü ile sadece sesi ile degil baglama ve selpe teknigiyle türkü dostlarinin begenisini kazandi. Çok sayida sanatçinin albümlerine de müzik yönetmeni olarak imza atmistir. 1991'de "Rüzgarin Kanatlari" adli bir albüm daha çikarmistir. Sivas Katliami'nda aramizdan ayrilan sanatçinin ölümünden sonra Kalan Müzik tarafindan "Seçmeler" adli bir toplama albümü ve 1993 yilinda Yunanli Rambetiko grubu Prosechos ile birlikte verdigi "Ege'nin iki yakasi" adli konserdeki bazi sarkilardan olusan ve ayni adi tasiyan albüm Hasret Gültekin Kültür ve Sanat Merkezi tarafindan yayimlandi. Sanatçi ayrica sayisiz uluslarasi festivalde Türkiye'yi temsil etmistir. 1991'de Yeter Gültekin'le evlendi ve 2 Temmuz 1993'te, henüz çocugu Hasret Roni dogmadan, Pir Sultan Abdal Kültür Festivaline katilmak üzere gittigi Sivas'ta; kundaklanan Madimak Oteli'nde hayatini kaybederek cogaldi. Simdi yeni HASRETLER yetismekte,SIMDI HASRETLER COGALDI...
Hasret Gültekin 1993'teki Madimak Oteli'nin kundaklanmasinda YOBAZLAR tarafindan genç yasta öldürülen müzisyenimiz.
1 Mayis 1971'de Sivas Imranli'nin Han köyünde dünyaya geldi. Süleyman ve Hacihanim Gültekin'in üçüncü çocugu olan sanatçinin ana dili Kürtçe olmasiyla birlikte Türkçe'yi çok özenli kullanmistir.
Gültekin 6 yasinda iken baglama çalmaya basladi. Girdigi Kadiköy Anadolu Lisesi'ni yarida birakarak müzik hayatina basladi. Ilk resitalini Kadiköy Moda Sinemasi'nda verdi ve ilk albümü "Gün Olaydi"yi 16 yasinda çikardi. 1989 yilinda çikardigi "Gece ile Gündüz Arasinda" adli albümü ile sadece sesi ile degil baglama ve selpe teknigiyle türkü dostlarinin begenisini kazandi. Çok sayida sanatçinin albümlerine de müzik yönetmeni olarak imza atmistir. 1991'de "Rüzgarin Kanatlari" adli bir albüm daha çikarmistir. Sivas Katliami'nda aramizdan ayrilan sanatçinin ölümünden sonra Kalan Müzik tarafindan "Seçmeler" adli bir toplama albümü ve 1993 yilinda Yunanli Rambetiko grubu Prosechos ile birlikte verdigi "Ege'nin iki yakasi" adli konserdeki bazi sarkilardan olusan ve ayni adi tasiyan albüm Hasret Gültekin Kültür ve Sanat Merkezi tarafindan yayimlandi. Sanatçi ayrica sayisiz uluslarasi festivalde Türkiye'yi temsil etmistir. 1991'de Yeter Gültekin'le evlendi ve 2 Temmuz 1993'te, henüz çocugu Hasret Roni dogmadan, Pir Sultan Abdal Kültür Festivaline katilmak üzere gittigi Sivas'ta; kundaklanan Madimak Oteli'nde hayatini kaybederek cogaldi. Simdi yeni HASRETLER yetismekte,SIMDI HASRETLER COGALDI...
Geri: Hasret Gültekin
HASRETİN HASRETNAMESİ
Gel ve şimdi yaşa
bu yüzyılda
oo... sen var ya aptal Şekspir,
zannettin ki, söylediğin çok şey
“Olmak ve Olmamak”
şimdi hiçbir şey..
03.03.1979
ŞEYH BEDRETİN"E
Gel ve şimdi yaşa
Yarin yanağından gayrı her şeye ortağız”
Örneğin işe bak, ne cömertiz...
Bin yıl önce, düşününce
komünmüşüz kendimizce
Ne demeli bu herife ?
Bu cömertlik bu felsefe...
Sahip çıkmak ileriliktir
ve ki tarih lastiktir
Çekmeli, yorumlamalı
Dur, dur...
Evet, evet
Buldum, neden olmamalı ?
(benden, duymuş olmayın)
ibneler,
Bedrettin’e sahip çıkın
(sizi kayırıyor...)
03.03.1989
YUNUS"A
Yüküm bulgur değil Yunus,
yüküm yürek..
ve hiçbirini incitmeyerek,
bu yolda olana
çığ düşmez diyerek,
görmeden dost eşiği
ve nasıl sallarsa
ana yavrusunun beşiğini,
nenni nenni
öyle...
Nisan 1993
SEVDALAN
Güneşe gel sevdiğim
Güneşe
Gel kurtul
Ey akıl veren
Tut tutabilirsen
sevdalan sevdalanabilirsen
ve hangi kainatsa
o her şeye gücü yeten
tut beni oraya götür
Olayım gücü yetmeyen
10 Mart 1992
HAYAT
Peki öyle olsun hayat..
Zannetme ki pes ettim.
Kilonu tartarım kilonu.
Satarım kilonu da,
bırakmam onuru
Haziran 1992
Gel ve şimdi yaşa
bu yüzyılda
oo... sen var ya aptal Şekspir,
zannettin ki, söylediğin çok şey
“Olmak ve Olmamak”
şimdi hiçbir şey..
03.03.1979
ŞEYH BEDRETİN"E
Gel ve şimdi yaşa
Yarin yanağından gayrı her şeye ortağız”
Örneğin işe bak, ne cömertiz...
Bin yıl önce, düşününce
komünmüşüz kendimizce
Ne demeli bu herife ?
Bu cömertlik bu felsefe...
Sahip çıkmak ileriliktir
ve ki tarih lastiktir
Çekmeli, yorumlamalı
Dur, dur...
Evet, evet
Buldum, neden olmamalı ?
(benden, duymuş olmayın)
ibneler,
Bedrettin’e sahip çıkın
(sizi kayırıyor...)
03.03.1989
YUNUS"A
Yüküm bulgur değil Yunus,
yüküm yürek..
ve hiçbirini incitmeyerek,
bu yolda olana
çığ düşmez diyerek,
görmeden dost eşiği
ve nasıl sallarsa
ana yavrusunun beşiğini,
nenni nenni
öyle...
Nisan 1993
SEVDALAN
Güneşe gel sevdiğim
Güneşe
Gel kurtul
Ey akıl veren
Tut tutabilirsen
sevdalan sevdalanabilirsen
ve hangi kainatsa
o her şeye gücü yeten
tut beni oraya götür
Olayım gücü yetmeyen
10 Mart 1992
HAYAT
Peki öyle olsun hayat..
Zannetme ki pes ettim.
Kilonu tartarım kilonu.
Satarım kilonu da,
bırakmam onuru
Haziran 1992
Geri: Hasret Gültekin
Roni, yobazların katlettiği babası Hasret Gültekin'i tanıyamadı.
Sıvas'ta karayobaz çetelerinin yaktığı sanatçı Hasret Gültekin 'in yüzünü bile görmediği oğlu Hasret Roni, bugün 4.5 yaşında. Babasının nasıl öldürüldüğünü bilmiyor. ''Onun insanları sevmesini, Türkiye'yi sevmesini istiyorum. Nefretle büyümesini istemiyorum'' diyor annesi Yeter Gültekin . O nedenle de şimdilik ''katliamı'' oğluna anlatmak istemiyor.
Hasret Roni de babası gibi müziğe bağlı. ''Doğduğunda kucağında bir cura'' vardı, bugün dört bağlaması, bir gitarı, bir davulu ve bir mızıkası var.
Yeter Gültekin'le beş yıl önce yaşanan ve hâlâ süren acıyı konuştuk.
- Katliamın beşinci yılı, bugüne kadar çok şey söylendi. Sizin söylemedikleriniz neler?
''Biz aslında hep aynı şeyi söyledik, aynı şeyi söylüyoruz. Belki çok konuşmadık diye söylemedik gibi geliyor. Yapılan etkinlikler, sözde yapılan paneller, konferanslar aslında bize göre vicdan rahatlatmaktan öteye bir şey değil. Aslolanın o yapılan işler olmadığını söyledik. Yapılması gereken duruşmalara katılmaktı, o yapılmadı. Sıvas duruşmalarına her kesimden insanların katılması gerektiğini düşündük. Ama katılım sayısı bugüne kadar ailelerinin sayısını üç ya da beş aşabildi. Bunlar da avukat grubu ya da bir iki demokratik kitle grubunun yöneticileriydi. İlk günden beri duruşmaya katılan insan sayısı 150-200 arasındaydı ve orada da kaldı. Oysa böyle bir davanın mağduru toplumdur, bütün bir Türkiye'dir diye düşünüyorum. Ama işte olamadı, insanlar katılmadı, demokratik kitle örgütleri bile katılmadı, kurumlar birbirine alınganlık yaptı. İşte bir dernek sahiplendi öbür dernek alındı ve katılmadı duruşmalara. Sonra davaya sahip çıkan avukatların sayısı bile bugün artık 3-5'i aşmıyor. Halbuki ilk baştan bunun uzun soluklu bir dava olacağı konuşuldu. Uzun lafın kısası kamu vicdanında yargılanması diye bahsettik, ama bu maalesef yapılamadı. Tabii bunda medyanın vermemesi, davanın dışarıya kapatılması, sahiplenilmemesi en büyük etken.
Öbür tarafına gelince bu etkinliklere; Sıvas geceleri, konferanslar... Bunlar anlamında söylenecek çok fazla bir şey yok. Duygu sömürüsü oldu. İlk günden beri öyle yapıldı. Orada birebir mağdurlar bile çıkıp duygu sömürülerine alet oldular. Sahneye çıkıp olmadık türkülerin sözlerini değiştirerek insanlara bir şey anlatabileceklerini, birtakım mesajlar verebileceklerini düşündüler. Bunca insanın hayatını kaybettiği katliama, bu kadar ölüme bile saygısızca şeyler yapıldı. Maddi yolsuzlukları hiç anlatmıyorum artık. O anlamda yangın giderek büyüdü.
Konferans ve panel bana göre insanlara bir şey söylemek, ışık tutmak için yapılır. Ama bu, olayın şahidi olmayan orada bulunmayan insanların yorumuyla yapıldı, bu mümkün değil. Olayın tanığı insanlar konuşmadığı zaman bir anlamı olmaz. Sıvas özeli ki bu özeldir, güpe gündüz televizyon kamerasının önünde olmuş her şey. Bunun daha yorumunun yapılmasına gerek yok ki. O filmin gösterilmesi yeter.''
- Katliamdan sonra Türk toplumunun gerekli dersleri aldığını düşünüyor musunuz?''
''Düşünmüyorum. Çünkü gerekli derslerin alınması, kamu vicdanında yargılanmasından geçer, insanların o panellerden ve konferanslardan bir şey anlamasından geçer. Biz ilk günden beri ne diyoruz, 'yapılacak hiçbir şey o insanları geri getirmez' .
Bizim bir tek derdimiz var ilk günden beri; öyle şeyler yapmalıyız ki bir daha böyle bir yeltenmeye kimse cesaret etmesin. Bu nedir, derhal ve ağır cezadır. Derhal ceza.. oysa dava hâlâ Yargıtay'da. Öbürü, kamu vicdanında yargılanmadı. İnsanların büyük bir kesimi hâlâ bu insanlara 'bunlar katildir' diye bakmıyor. Bu anlatılamadı. 'Bunlar katil, 35 insanın katili' diye bakılmadı. Hâlâ yapılan katliama kılıf aranıyor, açıklama aranıyor. Bu ne demektir; toplum bunu vicdanında yargılamadı, ders çıkarmadı. Bunun için halen bir sürü şeyler oluyor, bu tür yeltenmeler giderek büyüyor.
O anlamda beş yıldır, bir belgesel diye tutturmamızın nedeni budur. Belgesel filmi çekemiyorsak bile çekilmiş hazır olan filmi bile gösteremiyorsak orada neyin nasıl olduğunu ya da tutuklanan üç-beş insanın dışına çıkamıyorsak ki halen elini kolunu sallaya sallaya adı sanı belli katiller ortada dolaşıyor.''
- Davanın sonucuna ne diyorsunuz?
''Dediğim gibi ilk zaman bizim mahkemeden beklediğimiz çok bir şey yoktu. Çünkü bakışı belliydi mahkemenin, onlar katillerin durumlarına açıklamalar arar durumdaydı. O anlamda bir şey beklemiyorduk. Bizim o mahkemeden beklediğimiz caydırıcı bir karardı, tutuklu insanlara değil, dışarıda bir dahaki katliamlara yeltenecek insanlara caydırıcı bir kararın çabuk çıkması. Yani bu olay unutturulmadan, katliamın üzerine bir şey çektirilmeden. O anlamda olumlu bir karar ama geç kalınmış bir karar. Ama siyasi bir karar. Yani zamanında verilmemiş, Türkiye'deki ya da bu katliamdan dolayı hakikaten bu katliam bir daha yaşanmasın diye değil, Türkiye'de esen diğer siyasi rüzgârlardan etkilenerek verilmiş bir karar. O anlamda üzücü. Ama diğer yanıyla tabii ki olumlu, çünkü cumhuriyet tarihinde hiçbir gerici hiçbir örgüt, hiçbir gerici katil bu biçimde yargılanmadı. Hep onlara taviz verildi. Solcu insanlar, sendikacılar sokağa dökülüp yürüdüğü zaman demokratik hakları için insanca yaşamak için beyinleri copla parçalanırken gerici kesime bu kadar ağır cezalar verilmedi.''
- Siz bir eş anne olarak özelinde Hasret Gültekin, genelinde başka insanlar için birtakım çalışmalar yapıyorsunuz. Hasret Gültekin Kültür Merkezi'nin çalışmaları, davalar... Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz ve neyi amaçlıyorsunuz?
''Bu enerjiyi nereden bulduğumu ben de bilmiyorum. Umutsuzluk üst üste gelince insan bıkıyor, yoruluyor ama hep kendimi 'bu enerjiyi bulmak zorundasın, buna sahip çıkmak zorundasın' diye ayağa kaldırıyorum. Çünkü yalnızız ya da çok az insan kaldığımız için bu enerjiyi bulmak zorundayım. Yoksa yaşayamam.''
Miyase İlknur
3 Temmuz 1998 - Cumhuriyet
Sıvas'ta karayobaz çetelerinin yaktığı sanatçı Hasret Gültekin 'in yüzünü bile görmediği oğlu Hasret Roni, bugün 4.5 yaşında. Babasının nasıl öldürüldüğünü bilmiyor. ''Onun insanları sevmesini, Türkiye'yi sevmesini istiyorum. Nefretle büyümesini istemiyorum'' diyor annesi Yeter Gültekin . O nedenle de şimdilik ''katliamı'' oğluna anlatmak istemiyor.
Hasret Roni de babası gibi müziğe bağlı. ''Doğduğunda kucağında bir cura'' vardı, bugün dört bağlaması, bir gitarı, bir davulu ve bir mızıkası var.
Yeter Gültekin'le beş yıl önce yaşanan ve hâlâ süren acıyı konuştuk.
- Katliamın beşinci yılı, bugüne kadar çok şey söylendi. Sizin söylemedikleriniz neler?
''Biz aslında hep aynı şeyi söyledik, aynı şeyi söylüyoruz. Belki çok konuşmadık diye söylemedik gibi geliyor. Yapılan etkinlikler, sözde yapılan paneller, konferanslar aslında bize göre vicdan rahatlatmaktan öteye bir şey değil. Aslolanın o yapılan işler olmadığını söyledik. Yapılması gereken duruşmalara katılmaktı, o yapılmadı. Sıvas duruşmalarına her kesimden insanların katılması gerektiğini düşündük. Ama katılım sayısı bugüne kadar ailelerinin sayısını üç ya da beş aşabildi. Bunlar da avukat grubu ya da bir iki demokratik kitle grubunun yöneticileriydi. İlk günden beri duruşmaya katılan insan sayısı 150-200 arasındaydı ve orada da kaldı. Oysa böyle bir davanın mağduru toplumdur, bütün bir Türkiye'dir diye düşünüyorum. Ama işte olamadı, insanlar katılmadı, demokratik kitle örgütleri bile katılmadı, kurumlar birbirine alınganlık yaptı. İşte bir dernek sahiplendi öbür dernek alındı ve katılmadı duruşmalara. Sonra davaya sahip çıkan avukatların sayısı bile bugün artık 3-5'i aşmıyor. Halbuki ilk baştan bunun uzun soluklu bir dava olacağı konuşuldu. Uzun lafın kısası kamu vicdanında yargılanması diye bahsettik, ama bu maalesef yapılamadı. Tabii bunda medyanın vermemesi, davanın dışarıya kapatılması, sahiplenilmemesi en büyük etken.
Öbür tarafına gelince bu etkinliklere; Sıvas geceleri, konferanslar... Bunlar anlamında söylenecek çok fazla bir şey yok. Duygu sömürüsü oldu. İlk günden beri öyle yapıldı. Orada birebir mağdurlar bile çıkıp duygu sömürülerine alet oldular. Sahneye çıkıp olmadık türkülerin sözlerini değiştirerek insanlara bir şey anlatabileceklerini, birtakım mesajlar verebileceklerini düşündüler. Bunca insanın hayatını kaybettiği katliama, bu kadar ölüme bile saygısızca şeyler yapıldı. Maddi yolsuzlukları hiç anlatmıyorum artık. O anlamda yangın giderek büyüdü.
Konferans ve panel bana göre insanlara bir şey söylemek, ışık tutmak için yapılır. Ama bu, olayın şahidi olmayan orada bulunmayan insanların yorumuyla yapıldı, bu mümkün değil. Olayın tanığı insanlar konuşmadığı zaman bir anlamı olmaz. Sıvas özeli ki bu özeldir, güpe gündüz televizyon kamerasının önünde olmuş her şey. Bunun daha yorumunun yapılmasına gerek yok ki. O filmin gösterilmesi yeter.''
- Katliamdan sonra Türk toplumunun gerekli dersleri aldığını düşünüyor musunuz?''
''Düşünmüyorum. Çünkü gerekli derslerin alınması, kamu vicdanında yargılanmasından geçer, insanların o panellerden ve konferanslardan bir şey anlamasından geçer. Biz ilk günden beri ne diyoruz, 'yapılacak hiçbir şey o insanları geri getirmez' .
Bizim bir tek derdimiz var ilk günden beri; öyle şeyler yapmalıyız ki bir daha böyle bir yeltenmeye kimse cesaret etmesin. Bu nedir, derhal ve ağır cezadır. Derhal ceza.. oysa dava hâlâ Yargıtay'da. Öbürü, kamu vicdanında yargılanmadı. İnsanların büyük bir kesimi hâlâ bu insanlara 'bunlar katildir' diye bakmıyor. Bu anlatılamadı. 'Bunlar katil, 35 insanın katili' diye bakılmadı. Hâlâ yapılan katliama kılıf aranıyor, açıklama aranıyor. Bu ne demektir; toplum bunu vicdanında yargılamadı, ders çıkarmadı. Bunun için halen bir sürü şeyler oluyor, bu tür yeltenmeler giderek büyüyor.
O anlamda beş yıldır, bir belgesel diye tutturmamızın nedeni budur. Belgesel filmi çekemiyorsak bile çekilmiş hazır olan filmi bile gösteremiyorsak orada neyin nasıl olduğunu ya da tutuklanan üç-beş insanın dışına çıkamıyorsak ki halen elini kolunu sallaya sallaya adı sanı belli katiller ortada dolaşıyor.''
- Davanın sonucuna ne diyorsunuz?
''Dediğim gibi ilk zaman bizim mahkemeden beklediğimiz çok bir şey yoktu. Çünkü bakışı belliydi mahkemenin, onlar katillerin durumlarına açıklamalar arar durumdaydı. O anlamda bir şey beklemiyorduk. Bizim o mahkemeden beklediğimiz caydırıcı bir karardı, tutuklu insanlara değil, dışarıda bir dahaki katliamlara yeltenecek insanlara caydırıcı bir kararın çabuk çıkması. Yani bu olay unutturulmadan, katliamın üzerine bir şey çektirilmeden. O anlamda olumlu bir karar ama geç kalınmış bir karar. Ama siyasi bir karar. Yani zamanında verilmemiş, Türkiye'deki ya da bu katliamdan dolayı hakikaten bu katliam bir daha yaşanmasın diye değil, Türkiye'de esen diğer siyasi rüzgârlardan etkilenerek verilmiş bir karar. O anlamda üzücü. Ama diğer yanıyla tabii ki olumlu, çünkü cumhuriyet tarihinde hiçbir gerici hiçbir örgüt, hiçbir gerici katil bu biçimde yargılanmadı. Hep onlara taviz verildi. Solcu insanlar, sendikacılar sokağa dökülüp yürüdüğü zaman demokratik hakları için insanca yaşamak için beyinleri copla parçalanırken gerici kesime bu kadar ağır cezalar verilmedi.''
- Siz bir eş anne olarak özelinde Hasret Gültekin, genelinde başka insanlar için birtakım çalışmalar yapıyorsunuz. Hasret Gültekin Kültür Merkezi'nin çalışmaları, davalar... Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz ve neyi amaçlıyorsunuz?
''Bu enerjiyi nereden bulduğumu ben de bilmiyorum. Umutsuzluk üst üste gelince insan bıkıyor, yoruluyor ama hep kendimi 'bu enerjiyi bulmak zorundasın, buna sahip çıkmak zorundasın' diye ayağa kaldırıyorum. Çünkü yalnızız ya da çok az insan kaldığımız için bu enerjiyi bulmak zorundayım. Yoksa yaşayamam.''
Miyase İlknur
3 Temmuz 1998 - Cumhuriyet
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz